Ahmet Rasim, 1864 yılında İstanbul'da doğdu. Darüşşafaka Lisesi'ni bitirdi. 50 yılı bulan yazı hayatında Tercümanı
Hakikat, Saadet, İkdam, Sabah, Malûmat, Servet, Tanin, Hak ve Tasvir-i Efkar
gazeteleri yazarlıkları, Güneş, Gülsen, Sebat, Say ve Servet-i Fünûn, Resimli
Gazete, Musavvar ve Malûmat dergilerinde yazılar yazdı. Müzisyen Tatyos Efendi’nin bestelediği Uşşak makamındaki “Bu akşam gün
batarken / Sakın geç kalma, erken gel” dizeleri ile başlayan güftesi
günümüze kadar gelen eserlerindendir.
Ahmet Rasim, 1932 yılında 68 yaşında İstanbul’da ölmüştür..
Aşağıda onun Ankara’da yayınlanan Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 4 Eylül 1926 tarihli sayısında çıkan "Burun Meseleleri ve Sahibleri" başlıklı makalesini yayınlıyoruz:
Ahmet Rasim, 1932 yılında 68 yaşında İstanbul’da ölmüştür..
Aşağıda onun Ankara’da yayınlanan Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 4 Eylül 1926 tarihli sayısında çıkan "Burun Meseleleri ve Sahibleri" başlıklı makalesini yayınlıyoruz:
‘Burun meseleleri ve sahibleri’ Ahmed Rasim
Geçende Akşam’da Amerika’da Miss Tortoni namındaki bir kadının burun
derdine düşerek evvelce üç defa yapdırdığı ameliyat ile burnunu üç şekle
koydurduğu, dördüncüsünü yapdırmak üzere bulunduğunu haki musavver bir makale
var idi. Miss Tortoni’nin burnunun girdiği şekillere bakılacak olursa bunlardan
birinin bizim kemer, diğerleri de çekme, geyik dediğimiz burunlardır. Dördüncü ameliyatdan sonra alacağı
şekil ise, resimde görüldüğüne nazaran hurma
denilen nevidendir.
Az buçuk düşünülecek olursa,
bizlerde de ötedenberi bir burun meselesi var olduğunu tasdik edebiliriz. Fakat
bizdekiler, bir kaza neticesi olarak kırılub kopanlar, tabii vaziyetinden herhangi bir sebeb-i harici
tesirile inhiraf edenler, frengi neticesinde düşenler müstesna olmak üzere,
yaradılış, doğuş hadiselerile almış oldukları şekillere, isimlere tabi
burunlardır. Bundan maada, ‘burun’ hadd-ı zatında simanın başlıca mütemmim
azasından olmakla bunun söz söyleyişlerde teessür, gazab, ferah, sürur,
tekebbür, acı, sancı duyma, durgunluk, red, taleb ve emsal-i infiaalat ve tahassüsata,
koku alma, sümürme [yutkunma] gibi müşteheyata aid haller, hareketler,
işmizazlar, tahrikatla girdikleri biçimlerde lisan nokta-i nazarından ayrıca
bir tabiiyeti vardır.
Bizde burunlara şekil, biçim
itibarile alelade hurma, pat, gaga,
kemer, kartal, karga, koç, kılınç,
çekme, patka, sivri, patlıcan, cici, etli, hörgüclü, eğri, sarkma, geyik, yassı, şiş… ilh isimler
verilmişdir. Ne zamanlar gördük, geçirdik ! Devr-i İstibdadda hakan-ı merhum
Abdülhamid’in burnunun büyüklüğü hasebile gizli, açık tarizata meydan
verilmemesi içün ‘burun’ kelimesini yazılarımızın arasına sokamazdık. Hatta o
devrin yeni yetişme yazı heveskarlarından Yunanistan’daki meşhur Mataban [Matapan]
Burnu’nun Bahri-sefide uzanışını musavver bir fıkrasından dolayı uzun uzadıya
istintaka uğramış, Sansür Hıfzı Bey[den] şiddetli azarlar işitmiş idi. Merhum
Midhat Paşa rüfekasının Abdülaziz’in halli
ve katli mahkeme-i meşhuresi münasebetile Midhat Paşayı telinen tanzim etdiği kaside-yi hicviyenin bir mısraında ‘efendi patlıcanı’ tabirini kullandığından dolayı – kasidesinin caizesini almağla beraber – mabeyince tevbih edildiği işidilmiş idi !
ve katli mahkeme-i meşhuresi münasebetile Midhat Paşayı telinen tanzim etdiği kaside-yi hicviyenin bir mısraında ‘efendi patlıcanı’ tabirini kullandığından dolayı – kasidesinin caizesini almağla beraber – mabeyince tevbih edildiği işidilmiş idi !
Bilmem kim idi, iyice
hatırlayamıyorum, mecmuaların birinde münteşir bir manzumesinde:
Uzandı
ağzıma girdi bu efendi müçinem
Açıldı
burnumu yutdu dehan-ı şir nem
mi demiş, yoksa bu mealde
burun ile ağızdan mülhem olarak böyle bir beyit mi okumuş,
her ne ise, şairi yakalayınca Hasan Paşa karakoluna götürmüşler, oradaki bi-perva müstantiklerden biri bu beyti okuya okuya ayağa kalkarak zavallının burnunu parmaklarile çekerek ağzına doğru çekmiş, müteakiben dudaklarını ayırarak burnuna doğru kaldırmış:
– Bu beytin manası bu mu idi ? diyerek bir de şamar sallamış.
her ne ise, şairi yakalayınca Hasan Paşa karakoluna götürmüşler, oradaki bi-perva müstantiklerden biri bu beyti okuya okuya ayağa kalkarak zavallının burnunu parmaklarile çekerek ağzına doğru çekmiş, müteakiben dudaklarını ayırarak burnuna doğru kaldırmış:
– Bu beytin manası bu mu idi ? diyerek bir de şamar sallamış.
– Bir daha burnunla, ağzınla
[bok] yeme, hitab-ı müstekrehiyle beraber koğmuş !!
Bu cinsden daha ne kadar
tevkifat, tevbihat, mücazat istersiniz ?...
Gelelim bahse:
Tahta burun, yapma burun, bunların
takma sınai burunlardan olduğu besbellidir.
Devr-i Hamidide biraz
Bulgaristan komiserliğinde bulunmuş olan Gazban Efendi namındaki Ermeni takma
burunlu idi. Geyik burun, burunsuz tabirleri maluliyet ifade eder.
Ben her nedense lisanımızın
gerek aza ve cevarihe aid olsun, gerek mevalid-i sülüsiden her kelimeye
münasebet alsın ve yahud bir müstakbel mechulda bile tertib ve telif
edebileceği kaviyyen taht-ı şübhede bulunan kamusuna dahil olub sıkca istimal
edile edile kağşamış kelimelerden bulunsun, bunların haiz bulundukları
elastikiyete şaşar dururum. Güya, istiareler, mecazlar, tevriyeler velhasıl
manevi, elfazı bilcümle sanayi-i edebiye bunları kullanmasını bilen erbab-ı
ihtisas ile burun buruna oturuyorlarmış gibi gizlemek istenilen mefhumu
gizlerler, izhar etmek icab eden
medlulleri apaç açık meydana atarla. Mesela ‘burnu büyük’ ile ‘büyük burunlu’
terkiblerinden her ikisinde de ifade etdikleri manaca hem yekdiğerine
mütekarib, hem de mütebaid birer vaziyet aldırmak mümkündür. Diğer tarafdan
‘burnaz’ büyük burunlu demek olmağla beraber nadiren müstameldir. Fakat
‘ebul-burun’ tabir-i garibi burnun eğriliğinde terede mahal virmeyecek derecede
sarihdir. ‘Burunduruk’,
‘burunsalık’ hayvanların
burunlarına urularak kelepçe ve kafes gibi manalara alem olmuştur.
‘Burnu havada’ önüne bakmaz,
başı yukarı şahsi muarrifdir. ‘Sivri burun’ palamut envaından toriğin büyüğü,
altı parmağın küçüğü olan lakerdalık balıkdır. ‘Çiçeği burnunda’ taze ve henüz
kemale ermemiş kabak ve emsali sebzelere söylendiği gibi, ‘çiçeği burnunda
gebe’ de denilir ki, matufünaleyh olduğu kadının gebeliğinde şübhe kalmamış
demekdir.
Bu kelimenin bazı Türkçe
masdarlarla birleşdiği zaman da iras etdiği manalar da oldukca şayan-ı dikkat hususiyetler
beyan eder: Burnunu kaldırmak, burun kırmak, burnu kırılmak, burun sürmek,
burun sürtmek, burun şişirmek, buruna kokmak, burnu sokulmek, burnuna girmek,
burnunun kökü, direği sızlamak, burnunun direği kırılmak, burundan düşmek,
burnundan düşmek, burnunu sokmak, burnundan tutulmak, burnundan tutmak, burun
peyda etmek, buruna ekmek, buruna hırızma, halka takmak, burun çekmek, burun
silmek, burun buruna oturmak, burnundan gelmek, burnunun doğruluğuna gitmek,
burnunu görmemek, burnunun ilerisini görmemek, burnuna gülmek, burun buruna
gelmek, burundan söylemek, burnundan ter akmak, buruna gelmek, buruna kaçmak,
buruna gitmek, burun almamak, burun yapmak…
‘Burnundan kıl çekdirmez’
tabirine ne diyeceksiniz ? Çekdirmez a… Burun da onun, kıl da !
‘Burnu Kaf dağında,’ temaşası
derhal sinire şahsiyetlerin burnunu kıracak meseller sırasındadır. ‘İt burnu,’
‘dana burnu’ haşerat-ı muzırradan ikisine, ‘gül burnu’ kırmızı kırmızı olur,
bir nevi yabani meyveye delalet eder. Esma-i mürekkebedendir.
‘Vay burnum!’ fecaatile
beraber biraz da gülmeğe müsaid bir tabir-i tedaiye güç tesadüf edilir:
bunlardan maada, denizlerin, körfezlerin, köylerin ilerülerine doğru çıkmış
kara parçalarına da burun dirler. Hiç hatırımdan çıkmaz, eski acemi
ıstılahperdazlarımızdan biri yazmış olduğu Bursa Seyahatnamesinde ‘boz’ denilen
enf-i kebirin önüne geldik gibi, içinde ‘re’s’ [reis] yerine bu kelime-i
arabiyeyi istimal ederek Arabı da, Türkü de güldürmüş idi.
Meşahirden burunlarının
irilikleri ile tarihe geçmiş olanlar meyanında evvela İngiltere Kraliçelerinden
Elizabeth’i zikr edeceğim. Sebebi, çünkü iriliğinden dolayı pek ziyade
müteessir bulunduğu gibi, tabii ki Sultan Hamid devrinde olduğu gibi,
çehresinin hüsn-i tabiat haricinde olarak resm edilmesi, çizilmesi, hakkolunması
men edilmişdir.
Kemal Bey merhum, Fatih’in
burnunu Evrak-ı Perişan’da şöyle
tasvir eder: ‘…Gözleri parlak, ağzı küçük, burnu kiraza sokulmuş şahin gagası
şeklinde kemerli idi.’ Ebuzziya merhum da ‘Burunlarının azametile meşhur
olanlar’ unvanlı bir makaleye ilave etdiği bir haşiyede ‘bizde de Vehbi Molla
burnunun büyüklüğü ile meşhur idi. Hatta Şinasi’nin Eb’ül-laklakat’ül-enfi komedyası
vardır ki, Tercüman-ı ahval’in hin-i zuhurunda tefrika etmişdir. Sultan
Mahmud’un ceyb-i hümayun sarrafı olan Kazaz Artin de burunu, büyük burunluların
sultanisinden maduddur.
Dediği gibi, Sultan Hamid’in
menfien Selanik’de bulunduğunuma ederek: ‘Alatini misafirinin hürmetli burnu
dahi yukarıdaki burunlar meyanında dahil olmağa şayandır. Hususen makam-ı
kethüdabende-i kaim iken her işi, burnunu sokmakla telvis edişi, tul-i tabiiden
haric olan bu aza-yı sakilin netice-i sakimesi idi,’ diyor.
Fransa üdeba-yı meşhuresinden
Edmond Rostand’ın Sırano Berjerak [Cyrano
de Bergerac] nezdindeki Sirano burnunun büyüklüğü ile Fransa’da şöhret
bulmuş idi. Yine o makalede okuduğuma göre, meşhur Crowell’in Talleyrand’ın
Mirabeau’nun, Napolyon’un meşhur cenerallerinden Murat’nın burunları ziyadece sağa,
meşhur Prusya kralı İkinci Frederick i le Alman müceddin-i
mezhebiyesinden Luther’in burnu hafifce, ilim ve irfanile meşhur Prusyalı
Humboldt’unki ziyadece sola münharif, Yunan-ı kadim ukalasından Sokrat’ın burnu
ise yamyassı, Avusturya siyasiyununun en şöhretlilerinden olan ve Osmanlı
tarihlerinde de adı bulunan Metternich’in ise upuzun imiş.
Maahaza, burunların hiç biri
bana makaleyi yazdıran Mis Tortoni’nin burununa benzemezler. Çünki, bu burun
ekleme burunların dört defa görmüşlerindendir.
The Pittsburgh Press, Sunday, July 25,
1926, p. 104
.
Müstefid ,mütenevvir, mütehassis olduk mirim efendim.
YanıtlaSilKaleminize sağlık Üstadım....
YanıtlaSil