31 Ekim 2017 Salı

KBB EFEMERASI (137) İstiklâl Madalyalı KBB Hekimlerimiz


Kurtuluş Savaşı'mızda yararlılık gösteren asker ve sivillere, Kurtuluş Savaşı sırasında Milletvekili olarak görev yapanlara, savaşa katılan Alayların Sancaklarına, Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılanlara, 1 Mayıs 1926 tarihinde çıkartılan 869 sayılı özel bir yasa ile İstiklâl Madalyası verilmesi kararlaştırılmıştı.

Bu yasaya göre, İstiklâl Madalyası almış olan KBB Mütehassısı Hekimlerimiz şunlardır:

Dr. Mustafa Mazhar Tan (1880-1943)
Dr. Naci Kâzım Doğancı (1892-1943)
Dr. Hüseyin Hulki Cura (1893-1982)
Dr. İhsan Duydal (1895-1947)
Dr. Sami Kulakçı (1898-1959)
Dr. Yusuf Balkan (1899-1970)
Dr. Avni Birhekimoğlu (1900-1963)
Dr. Sadi Rasim 

Bu sekiz KBB Uzmanı Hekimimizi de saygılarımızla anıyoruz.
.

24 Ekim 2017 Salı

KBB EFEMERASI (136) dr. orhan sunar reçetesi


Prof. Dr. Orhan SUNAR, 1929'da Trabzon'da doğdu. 1947'de Trabzon Lisesi'ni bitir­di. 1954'te İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. İhtisası­nı 1959'da tamamladı, 1966'da Doçent ve İ973'te Profesör oldu. İngilizce bilir. Çocuk sağırlığı, gürültü problemleri ve immünoloji üzerinde bilimsel çalışmaları vardır. Dr. Orhan Sunar 1994 yılında aramızdan ayrıldı. 

Aşağıda onun 1978 yılında Muayenehanesinde bir hastası için yazdığı ve
Becozym-C, Supradyn ve Dolviran'dan oluşan
bir reçetesini görmektesiniz:

.

17 Ekim 2017 Salı

KBB EFEMERASI (135) burun meseleleri ve sahibleri


 Ahmet Rasim, 1864 yılında İstanbul'da doğdu. Darüşşafaka Lisesi'ni bitirdi. 50 yılı bulan yazı hayatında Tercümanı Hakikat, Saadet, İkdam, Sabah, Malûmat, Servet, Tanin, Hak ve Tasvir-i Efkar gazeteleri yazarlıkları, Güneş, Gülsen, Sebat, Say ve Servet-i Fünûn, Resimli Gazete, Musavvar ve Malûmat dergilerinde yazılar yazdı. Müzisyen Tatyos Efendi’nin bestelediği Uşşak makamındaki Bu akşam gün batarken / Sakın geç kalma, erken gel dizeleri ile başlayan güftesi günümüze kadar gelen eserlerindendir. 
Ahmet Rasim, 1932 yılında 68 yaşında İstanbul’da ölmüştür.. 

Aşağıda onun Ankara’da yayınlanan Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 4 Eylül 1926 tarihli sayısında çıkan "Burun Meseleleri ve Sahibleri" başlıklı makalesini yayınlıyoruz:


‘Burun meseleleri ve sahibleri’   Ahmed Rasim

Geçende Akşam’da Amerika’da Miss Tortoni namındaki bir kadının burun derdine düşerek evvelce üç defa yapdırdığı ameliyat ile burnunu üç şekle koydurduğu, dördüncüsünü yapdırmak üzere bulunduğunu haki musavver bir makale var idi. Miss Tortoni’nin burnunun girdiği şekillere bakılacak olursa bunlardan birinin bizim kemer, diğerleri de çekme, geyik dediğimiz burunlardır. Dördüncü ameliyatdan sonra alacağı şekil ise, resimde görüldüğüne nazaran hurma denilen nevidendir.

Az buçuk düşünülecek olursa, bizlerde de ötedenberi bir burun meselesi var olduğunu tasdik edebiliriz. Fakat bizdekiler, bir kaza neticesi olarak kırılub kopanlar, tabii vaziyetinden herhangi bir sebeb-i harici tesirile inhiraf edenler, frengi neticesinde düşenler müstesna olmak üzere, yaradılış, doğuş hadiselerile almış oldukları şekillere, isimlere tabi burunlardır. Bundan maada, ‘burun’ hadd-ı zatında simanın başlıca mütemmim azasından olmakla bunun söz söyleyişlerde teessür, gazab, ferah, sürur, tekebbür, acı, sancı duyma, durgunluk, red, taleb ve emsal-i infiaalat ve tahassüsata, koku alma, sümürme [yutkunma] gibi müşteheyata aid haller, hareketler, işmizazlar, tahrikatla girdikleri biçimlerde lisan nokta-i nazarından ayrıca bir tabiiyeti vardır.

Bizde burunlara şekil, biçim itibarile alelade hurma, pat, gaga, kemer, kartal, karga, koç, kılınç, çekme, patka, sivri, patlıcan, cici, etli, hörgüclü, eğri, sarkma, geyik, yassı, şiş… ilh isimler verilmişdir. Ne zamanlar gördük, geçirdik ! Devr-i İstibdadda hakan-ı merhum Abdülhamid’in burnunun büyüklüğü hasebile gizli, açık tarizata meydan verilmemesi içün ‘burun’ kelimesini yazılarımızın arasına sokamazdık. Hatta o devrin yeni yetişme yazı heveskarlarından Yunanistan’daki meşhur Mataban [Matapan] Burnu’nun Bahri-sefide uzanışını musavver bir fıkrasından dolayı uzun uzadıya istintaka uğramış, Sansür Hıfzı Bey[den] şiddetli azarlar işitmiş idi. Merhum Midhat Paşa rüfekasının Abdülaziz’in halli
ve katli mahkeme-i meşhuresi münasebetile Midhat Paşayı telinen tanzim etdiği kaside-yi hicviyenin bir mısraında ‘efendi patlıcanı’ tabirini kullandığından dolayı – kasidesinin caizesini almağla beraber – mabeyince tevbih edildiği işidilmiş idi !

Bilmem kim idi, iyice hatırlayamıyorum, mecmuaların birinde münteşir bir manzumesinde:

Uzandı ağzıma girdi bu efendi müçinem
Açıldı burnumu yutdu dehan-ı şir nem
mi demiş, yoksa bu mealde burun ile ağızdan mülhem olarak böyle bir beyit mi okumuş,
her ne ise, şairi yakalayınca Hasan Paşa karakoluna götürmüşler, oradaki bi-perva müstantiklerden biri bu beyti okuya okuya ayağa kalkarak zavallının burnunu parmaklarile çekerek ağzına doğru çekmiş, müteakiben dudaklarını ayırarak burnuna doğru kaldırmış:
– Bu beytin manası bu mu idi ? diyerek bir de şamar sallamış.
– Bir daha burnunla, ağzınla [bok] yeme, hitab-ı müstekrehiyle beraber koğmuş !!
Bu cinsden daha ne kadar tevkifat, tevbihat, mücazat istersiniz ?...

Gelelim bahse:
Tahta burun, yapma burun, bunların takma sınai burunlardan olduğu besbellidir.  
Devr-i Hamidide biraz Bulgaristan komiserliğinde bulunmuş olan Gazban Efendi namındaki Ermeni takma burunlu idi. Geyik burun, burunsuz tabirleri maluliyet ifade eder.

Ben her nedense lisanımızın gerek aza ve cevarihe aid olsun, gerek mevalid-i sülüsiden her kelimeye münasebet alsın ve yahud bir müstakbel mechulda bile tertib ve telif edebileceği kaviyyen taht-ı şübhede bulunan kamusuna dahil olub sıkca istimal edile edile kağşamış kelimelerden bulunsun, bunların haiz bulundukları elastikiyete şaşar dururum. Güya, istiareler, mecazlar, tevriyeler velhasıl manevi, elfazı bilcümle sanayi-i edebiye bunları kullanmasını bilen erbab-ı ihtisas ile burun buruna oturuyorlarmış gibi gizlemek istenilen mefhumu gizlerler, izhar etmek icab eden medlulleri apaç açık meydana atarla. Mesela ‘burnu büyük’ ile ‘büyük burunlu’ terkiblerinden her ikisinde de ifade etdikleri manaca hem yekdiğerine mütekarib, hem de mütebaid birer vaziyet aldırmak mümkündür. Diğer tarafdan ‘burnaz’ büyük burunlu demek olmağla beraber nadiren müstameldir. Fakat ‘ebul-burun’ tabir-i garibi burnun eğriliğinde terede mahal virmeyecek derecede sarihdir. ‘Burunduruk’,
‘burunsalık’ hayvanların burunlarına urularak kelepçe ve kafes gibi manalara alem olmuştur.
‘Burnu havada’ önüne bakmaz, başı yukarı şahsi muarrifdir. ‘Sivri burun’ palamut envaından toriğin büyüğü, altı parmağın küçüğü olan lakerdalık balıkdır. ‘Çiçeği burnunda’ taze ve henüz kemale ermemiş kabak ve emsali sebzelere söylendiği gibi, ‘çiçeği burnunda gebe’ de denilir ki, matufünaleyh olduğu kadının gebeliğinde şübhe kalmamış demekdir.

Bu kelimenin bazı Türkçe masdarlarla birleşdiği zaman da iras etdiği manalar da oldukca şayan-ı dikkat hususiyetler beyan eder: Burnunu kaldırmak, burun kırmak, burnu kırılmak, burun sürmek, burun sürtmek, burun şişirmek, buruna kokmak, burnu sokulmek, burnuna girmek, burnunun kökü, direği sızlamak, burnunun direği kırılmak, burundan düşmek, burnundan düşmek, burnunu sokmak, burnundan tutulmak, burnundan tutmak, burun peyda etmek, buruna ekmek, buruna hırızma, halka takmak, burun çekmek, burun silmek, burun buruna oturmak, burnundan gelmek, burnunun doğruluğuna gitmek, burnunu görmemek, burnunun ilerisini görmemek, burnuna gülmek, burun buruna gelmek, burundan söylemek, burnundan ter akmak, buruna gelmek, buruna kaçmak, buruna gitmek, burun almamak, burun yapmak…

‘Burnundan kıl çekdirmez’ tabirine ne diyeceksiniz ? Çekdirmez a… Burun da onun, kıl da !
‘Burnu Kaf dağında,’ temaşası derhal sinire şahsiyetlerin burnunu kıracak meseller sırasındadır. ‘İt burnu,’ ‘dana burnu’ haşerat-ı muzırradan ikisine, ‘gül burnu’ kırmızı kırmızı olur, bir nevi yabani meyveye delalet eder. Esma-i mürekkebedendir.

‘Vay burnum!’ fecaatile beraber biraz da gülmeğe müsaid bir tabir-i tedaiye güç tesadüf edilir: bunlardan maada, denizlerin, körfezlerin, köylerin ilerülerine doğru çıkmış kara parçalarına da burun dirler. Hiç hatırımdan çıkmaz, eski acemi ıstılahperdazlarımızdan biri yazmış olduğu Bursa Seyahatnamesinde ‘boz’ denilen enf-i kebirin önüne geldik gibi, içinde ‘re’s’ [reis] yerine bu kelime-i arabiyeyi istimal ederek Arabı da, Türkü de güldürmüş idi.

Meşahirden burunlarının irilikleri ile tarihe geçmiş olanlar meyanında evvela İngiltere Kraliçelerinden Elizabeth’i zikr edeceğim. Sebebi, çünkü iriliğinden dolayı pek ziyade müteessir bulunduğu gibi, tabii ki Sultan Hamid devrinde olduğu gibi, çehresinin hüsn-i tabiat haricinde olarak resm edilmesi, çizilmesi, hakkolunması men edilmişdir.

Kemal Bey merhum, Fatih’in burnunu Evrak-ı Perişan’da şöyle tasvir eder: ‘…Gözleri parlak, ağzı küçük, burnu kiraza sokulmuş şahin gagası şeklinde kemerli idi.’ Ebuzziya merhum da ‘Burunlarının azametile meşhur olanlar’ unvanlı bir makaleye ilave etdiği bir haşiyede ‘bizde de Vehbi Molla burnunun büyüklüğü ile meşhur idi. Hatta Şinasi’nin Eb’ül-laklakat’ül-enfi komedyası vardır ki, Tercüman-ı ahval’in hin-i zuhurunda tefrika etmişdir. Sultan Mahmud’un ceyb-i hümayun sarrafı olan Kazaz Artin de burunu, büyük burunluların sultanisinden maduddur.    

Dediği gibi, Sultan Hamid’in menfien Selanik’de bulunduğunuma ederek: ‘Alatini misafirinin hürmetli burnu dahi yukarıdaki burunlar meyanında dahil olmağa şayandır. Hususen makam-ı kethüdabende-i kaim iken her işi, burnunu sokmakla telvis edişi, tul-i tabiiden haric olan bu aza-yı sakilin netice-i sakimesi idi,’ diyor.

Fransa üdeba-yı meşhuresinden Edmond Rostand’ın Sırano Berjerak [Cyrano de Bergerac] nezdindeki Sirano burnunun büyüklüğü ile Fransa’da şöhret bulmuş idi. Yine o makalede okuduğuma göre, meşhur Crowell’in Talleyrand’ın Mirabeau’nun, Napolyon’un meşhur cenerallerinden Murat’nın burunları ziyadece sağa, meşhur Prusya kralı İkinci Frederick ile Alman müceddin-i mezhebiyesinden Luther’in burnu hafifce, ilim ve irfanile meşhur Prusyalı Humboldt’unki ziyadece sola münharif, Yunan-ı kadim ukalasından Sokrat’ın burnu ise yamyassı, Avusturya siyasiyununun en şöhretlilerinden olan ve Osmanlı tarihlerinde de adı bulunan Metternich’in ise upuzun imiş.

Maahaza, burunların hiç biri bana makaleyi yazdıran Mis Tortoni’nin burununa benzemezler. Çünki, bu burun ekleme burunların dört defa görmüşlerindendir. 


The Pittsburgh Press, Sunday, July 25, 1926, p. 104
   .

10 Ekim 2017 Salı

KBB EFEMERASI (134) Türkiye Sağır Dilsizler Tesanüt Cemiyeti



Türkiye Sağır Dilsizler Tesanüt Cemiyeti Erzincan Şubesi Başkanı Dursun Bilkoç,
1953-1957 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü ve Dekanlığı da yapmış olan Erzincan doğumlu hemşehrileri Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Fehim Fırat'a 1 Kasım 1971 tarihinde bir mektup yazarak Erzincan'da bir binaya sahip olduklarını ve bu binada yapmayı düşündükleri değişiklikler için onun yardımlarını istemiştir. 

Yukarıda bu mektubun aslı görülmektedir.
.

2 Ekim 2017 Pazartesi

KBB EFEMERASI (133) kafkaslarda bir kbb hekimi

Dr. Hüseyin Hulki Bey, 1917

Hüseyin Hulki Bey, Haydarpaşa Tıp Fakültesinden bundan tam 100 yıl önce 1917 yılında mezun oldu. Ancak mezun olmadan önce okulun 4. sınıfında okurlarken 1914 yılında I. Dünya Savaşı başlamıştı ve Tıp Fakültesi öğrencileri çeşitli cephelere gönderildiler. Bunlardan bir tanesi de Hüseyin Hulki Bey idi. H. Hulki Bey, sınıf arkadaşlarından Reşit Galip Bey ve iki arkadaşı ile birlikte Kafkas Cephesine gönderildiler. Hüseyin Hulki bey yıllar sonra Kafkas Cephesi anılarını yazar A. Şevket Elman'a anlattı ve bu anılar "Dr. Reşit Galip" başlıklı kitabında yayınlandı.
Aşağıda Hüseyin Hulki Bey'in Kafkas Cephesi anılarını okuyacaksınız:

...............

  Cihan harbi başladığı zaman biz (Mektebi Tıbbiyei Askeriye) nin dördüncü sınıfında idik. Mektebin tatil olmasına rağmen Maltepe hastahanesine tayin edildik. Fakat Reşit hastahaneye tayininden bir nevi ârü hicap duymuş gibi son derece müteessirdi. Kendisiyle hemfikir olduğu arkadaşlariyle beraber bir içtima tertip eyledi.

  Cephede çalışmak zamanının geldiğine ve Türkçülük idealinin Kafkas yollarında tahakkuk edeceğine, eski Tıbbiyelilerin fedakârlıklarını misâl getirerek onlar gibi müsbet sahada cesur ve mefkûreci olmak lüzumuna işaret eyledi. Nutku kuvvetli ve müessirdi. Ve bizi yerimizden oynatmağa kâfi gelmişti. Harbiye Nezaretine bilvasıta yaptığımız müracaat is'af edildi. Bu esnada, devrin Harbiye Nâzırı  kabına sığmayan bu ateşli gençleri görmek istedi. Doktor Süleyman Numan Paşa, bizi Enver Paşa'ya takdim etti. Bu vatanperverane tezahürattan çok mütehassis olan Harbiye Nâzırı bize çok iltifat etti. Reşit, mukabele etmek için usulen izin istedi. Gençliğin millî ülkü uğrundaki vazife telâkkisini izah etti. Onun açık, serbest ve cesurane söyleyişini bugün gibi hatırlarım. Merhum, Enver Paşa'nın hayret ve takdirini mucip oldu.

   Artık muhakkak gideceğiz. Derhal yola çıkmazsak vatan tehlikededir! Hattâ yirmi dört saat sonra hareket edecek olan Akdeniz vapuruna yetişmekliğimiz lâzımdır. Askerî teçhizatımız bir gün içinde ikmâl olunarak vapura bindik. Sekiz kişi idik.

   Şafakla beraber hareket ediyoruz. İskele başında kalanların çılgın tezahurat ve alkışları, Selimiyenin selâm toplaiyle karışıyor. Ve biz sekiz genç, üst güvertede, Reşit'in yazdığı Kafkas marşını söylüyoruz; bir ağız, bir insan ve tek bir kalb gibi söylüyoruz.

   Arkadaşımın bu gençlik hâtırasiyle heyecanı aşılanmış, kırbaçlanmış gibi sesi titriyordu.

   Evvelâ Polathaneye ve sonra Trabzon'a geldik. Vali Mehmet Ali Bey İstanbul'dan fevkalâde izaz edilmemiz hakkında emir almıştı. Bizi hakikî kahramanlar gibi karşıladılar; Ziyafetler tertip ettiler. Ve ilk defa burada bize tevzi edilen vaziflerimizin başına geçtik. Gürcü komitesi ile müttehit teşkilâtı mahsusada vazife almağa dâvet edildik; Reşit, Hulusi, Behçet ve ben dört kişi teşkilâta girdik. Diğer arkadaşlardan ayrılış ve motörle Hopa'ya hareket!

   Artık bilfiil faaliyetteyiz. Muharebelere girip çıkıyoruz. Beşinci Ergaristi kordonu muharebesi. Kora, Maradit işgalleri. Uzun ve ıztıraplı bir sergüzeşt!.

   Bir hâtıra: Düşman hududunu geçtiğimiz bir muharebede, Reşit yerden bir miktar toprak aldı. Ve sigara kutusunun içine koydu ve Kâbe toprağı kadar mühim ve kıymetli bir yadigâr demişti.

   Reşit sağ olsaydı, teşkilâtı mahsusanın tarihini yazacaktı. Bunlar, bugünkü mülâkatın hedefi bakımından, alelâde tafsilâttan ibarettir.

   Daima tekrarlayacağımız bir nokta varsa, o da Reşit'in soğuk algınlığı ve cesaretidir. Bir gün Cerfika'ya hareket emri almıştık. Tahtessıfır 35. Reşitten ilk emoptizi bu yolculuk esnasında geldi. Ciğerlerinden gelen kan o kadar çoktur ki, karın üzerinde kırmızı lekeler bıraktı.

   Ben çok telâşa düşmüştüm. Onu kucakladım. Tahtessıfır 35 derece soğukta onun göğsüne kar bastırıyordum. O, fevkalâde bir sükûnet içinde bizi teselli ediyordu.

   Bin müşkilâtla ve yolda kucaklaşa kucaklaşa yolumuza devam ettik. Ve bize her adımda azim, cesaret telkin ediyordu. Reşit artık hastalanmıştı. Trabzon'a iade edildi. Fakat iadei âfiyet ettikten sonra bir jandarma taburu ile bir buçuk sene daha Kafkas cephesinde çalıştı.

   Tecrübeli bir muharip gibi cesurdu. Zeki ve natuktu. En sıkıntılı zamanlarda lâtif ve spiritüel konuşur ve bize neş'e ve hareket verirdi. Reşit bizim neslin en kuvvetli bir iman heykeli idi!..

...............
 
Fikirler Mecmuası'ndan; Dr. Reşit Galip. Hazırlayan A. Şevket Elman, Ankara. sayfa: 30-32, 1955.

(makaleyi bana ileten sayın Dr. Eren Akçiçek'e içten teşekkürlerimle)

.