18 Eylül 2018 Salı

KBB EFEMERASI (178) Yıldız Sağır Dilsiz Okulu



8 Mayıs 1956 tarihli Vatan Gazetesi'nde
Rebia Âkil Ergüven'in
Yıldız Sarayı'nın bahçesinde eski Yaverler Köşkü'nde bulunan ve
180 öğrenciyi barındıran Yıldız Sağır-Dilsizler Okulu'nu anlatan
"Cennetin Kapılarını Açan Sabır" başlıklı bir yazı yayınlandı.
Aşağıda bu yazının kupürünü görecek ve 
yazının tümünü okuyabileceksiniz:

Vatan Gazetesi, 8 Mayıs 1956


CENNETİN KAPILARINI AÇAN SABIR

Bilmem, Yıldız tepesinde eski yâverler köşkünde yerleşmiş bulunan bu müesseseyi hiç ziyaret ettiniz mi? Sessiz sedasız çalışan böyle feyizli, verimli bir ocak az bulunur kanaatindeyim. Mektebin zekî ve sevimli müdürü, çalışmaları hakkında bize uzun uzun izahat verdi. İşin tekniğini anlattı. İşitmeyen yavruların beyninde vücut bulmasına uğraştıkları şekillerin şemasını çizdi. Mektebin tarihçesi hakkında malûmat verdi. Bir eşi İzmir’de ve Ankara’da bulunan bu mektep, 180 öğrenciyi barındırıyor. İçlerinde 27 tane gündüzcüsü var. Ötekilerin hepsi yatılı kalıyor. Burada anadan doğma dilsiz ve sağırlara en yeni metodlar tatbik ediliyor. İlk mektep programı sekiz senede tamamlanıyor. Yani yedi yaşında başlayan öğrenciler ancak on beş yaşında ilk mektep diplomasını alabiliyorlar. Mektebi büyütmek, genişletmek programları var. Çocuk bahçesi sınıfları açmak, kekemeleri tashih kısımlarına girişmek emelindeler. Mektebin arka tarafındaki büyük bahçede bütün bu sınıflar inşa halinde.

Ben, belki de birçoklarınız gibi, dilsizler hâlâ işaretle konuşturulmağa alıştırılıyor kanaatindeydim. Halbuki bilâkis işaretten tamamiyle uzak, sizin benim gibi, herkes gibi ses çıkararak konuşturmak gayesi gözetiliyor. Sınıfları bir bir gezerek neler, ne fevkalâdelikler gördük Yarabbim…

Bütün koridorlarda, hayrın lüzumunu hatırlatan levhalar asılmış. Gerçek cennetin kapılarını açan sabır, hiçbir yerde burası kadar lüzumlu değil…  İşin bir tuhaf noktası şu: Mektepte müdür ve müdür yardımcısından başka, bütün öğretmenler kadın. Burada muhakkak lâzım olan Eyüp peygamber sabrı meğer kadınlara vergi imiş… Erkekler bu haslete bu kadar kat’i bir surette  kabil değil sahip olamıyorlarmış. Esas noktalardan biri de, öğrencinin hocasına sevgi ile bağlanması imiş… Arada kuvvetli bir sevgi bağı olmadan hiç bir netice  elde etmenin imkânı olmadığına bütün öğretmenler kâni…

İlk sınıfta, hoca önündeki yedi yaşında, parlak, zeki gözlü bir yavruya (Siyah) kelimesini öğretiyordu. Çocuk bir elini hocanın çenesi altında tutuyor, bir parmağını ağzına sokmuş, dilin hareketlerini inceliyordu. Sonra söylemeğe çalışarak , parmağını kendi ağzına soktu, diliyle ayni hareketleri yaparak, nihayet siyah kelimesini çıkardı ve bu her talebe ile, her kelime için tekrarlanan modern usul… Çocuk, yavaş yavaş dudak hareketlerini takip ederek ne dediğinizi anlıyor, size biraz tuhaf, biraz boğuk bir sesle cevap veriyor, yâni konuşuyor. İleride cemiyet arasına karışıp mevkiini alabilecek…

Bir sınıfta gramer dersinde bulunduk. Mastarların sigalarını öğretiyorlardı. Yabancı bir lisanı öğretir gibi, hoca sigaları inceliyor, kelimeleri bir bir anlatıyordu.

Resim dersi, bilhassa alâka çekici idi. Kelime ile, lisan ile kendilerini ifade edemiyen  bu yavrularda, olağanüstü bir resim istidadı var. Öyle hareketli, öyle mânalı resimler yapıyorlar ki hayret ettik…

Tarih sınıfında, bir genç kız bize Atatürk hakkında güzel ve yüklü bir iki cümle söyledi. Konuşuşundaki açıklık ve berraklık insanın gözünden yaş getiriyordu vallahi…

Mektebin balerini diye takdim edilen dokuz, on  yaşındaki bir sevimli küçük kız, öyle âhenkli, öyle mevzun jestler ile bir klasik dans gösterisi yaptı ki hayran kalmamak imkânsızdı. Bu yavru, bu ritmi, bu ahengi hep içinde, ruhunda tutuyor bütün tavırları, ayak hareketleri, yüzünün ifadesi, ellerin, kolların kımıldanışları çok güzel ve manalı idi.

Mektebin her tarafını, her noktasını gezdik.  Muazzam bir jimnastik salonları var. Bağırıp, konuşamayan bu yavrular bu salonda hırslarını tatmin ediyor, istedikleri kadar şamata ve gürültü edebiliyorlar.

Zaten çok sessiz ve sakin tahmin edilen bu mektep bilâkis çok gürültülü. Hele ilk sınıfların öğrencileri bütün asabiyetlerini, bütün hırslarını ancak şamata ederek teskin edebiliyorlar…

Mektepteki intizam ve temizlik her türlü takdirin üstünde. Yemekhane, mutfak, her taraf neşeli, temiz ve sade. Hayatta çok zaman,  insanlardan ayrı, kendi dahili hayatlarına çekilip yaşamak zorunda kalacak bu yavrulara, hemcinsleriyle temas imkânları veriliyor. Benliklerini, kişiliklerini izhar gücü temin ediliyor, herkes gibi konuşabilmek saadeti ve neşesi hazırlanıyor.

Üniversite veya yüksek öğretmen mektebi mezunu olan hocalar, ayrıca Avrupalı uzmanlar nezaretinde çalışmış, kurs görmüşler. Hepsinin yüzünde derin ve tatlı bir sabır, sonsuz bir sevgi, talebesini anlamak ve onlara yardım etmek, insanlık yolunda feyizili adımlar attırmaktan yapılmış huzurlu bir ifade var. Müesseseden ayrılırken benim de içimde derin ve hudutsuz bir saygı ve insanlara karşı itimat ve iman vardı.


Rebia Âkil Ergüven
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder